Depresyon nedir, ne değildir?
Depresif bozukluklar ruhsal rahatsızlıklar içerisinde en sık gözüken sorunlardan birisidir. Hayatları boyunca neredeyse 5 kişiden biri depresif bir dönem yaşar. Ancak burada akıl karışıklığı yaratan bir durum vardır. Hayatın kendi akışı içerisinde gündelik olaylar sırasında mutsuz olmak, hüsrana uğramak, kısa süreli gerginlikler yaşamak hayatın bir parçasıdır. Bunlar depresyon olarak tanımlanmalıdır. Bunları uyum bozukluğu olarak tanımlamak mümkündür.
Bu rahatsızlığın nedeni olarak tek bir durumu göstermek mümkün değildir. Geçmişte yaşanmış ve halihazırda yaşanılan bir çok rahatsız edici olay, mutsuzluk ve hayattan zevk alamama ile sonuçlanabilir. Geçmiş yaşantılarımız, çocukluk, bizim için önemli olan figürler, çocuklukla yaşadığımız anne baba veya diğer önem atfettiğimiz insanlarla yaşanan olumlu ya da olumsuz bazı olaylar bizi ileride duygularımızı düzenleme konusunda hassas duruma getirebilir.
Mutsuzluk önemsenen birinin kaybedilmesi, önemsediğimiz herhangi bir şeyi; hayali ya da gerçekte kaybetmekle bağlantılıdır. Hayatın içerisinde önem atfettiğimiz insanları kaybetmek, onlardan uzak düşmek veya bu kişilerin ölmesi gibi hayat olayları mutsuzluk nedeni olabilir.
Çoğu zaman klinikte biz duygusal ilişkilerin bitmesinden sonra ortaya çıkan ya da bitme tehlikesinin olduğu durumlarda ortaya çıkan mutsuzlukla ile karşılaşıyoruz. İnsanlar için diğerleriyle ya da önemsediği önem atfettiği diğerleriyle olan ilişkiler çok önemlidir. Bu ilişkilerde yaşanan sorunlar mutsuzluğa yol açabilir.
Kadınların daha çok ilişki sorunları ve sonrasında yaşadıkları mutsuzlukla gelmeleri hem kültürel hem cinsel roller açısından önemlidir. Kadınlar (gerek şart olmamakla beraber) genellikle sosyotropik özellikler gösterirler. Yani diğerleri ile olan sosyal ilişkilere ve diğeri tarafından önemsenmeye dikkat ederler. Özellikle sevgi kaybı ya da sevgi kaybını anımsatan durumlar kadınlar için mutsuzluk sebebi olabilir. Erkekler ise daha çok başarı hedefleri doğrultusunda aksaklıklar oluştuğunda kliniklere başvuruyorlar. Bu da aslında cinsel rollerin farklı olmasından kaynaklanıyor. Kültürden kültüre bu özellikler tabii ki değişkenlik gösterebilir. Ama dikkat edilecek olursa hepsinin ortak noktası önemsenen bir ülkünün gerçekleşmemesi ya da önemsenen bir değerinin kaybı ya da kayıp riskinin söz konusu olmasıdır.
Bazı önemli düşünce kalıpları, bakış açımız, olayları değerlendirme şekillerimiz aslında bizi mutsuz olmaya daha yatkın kılıyor olabilir. Bu düşünce şekillerimiz de aslında hepimiz için çocukluk ve ergenlik döneminde belirleniyor. Önemli diğerleri bizim dünyaya bakışımızı şekillendiriyor ve biz buna şema diyoruz. Şemalarımız, yani dünyayı algılayış biçimimizi belirleyen temel şeyler, bizim olaylara nasıl bakacağımızı önceden belirliyor. Ancak bu özellikler değişime dirençli olsalar da değişmez özellikler değiller. İnsanlar bakış açılarını fark edip bunlar üzerinde değişiklik yapabilme kabiliyetine sahiptir.
İnsan olarak belli durumlarda nasıl davranacağımızı geçmiş deneyimlerinizden çıkartırız. Biz bilişsel terapide buna şema ya da modlar ismini veriyoruz. Değişik terapi ekollerinde bunun isimleri farklı olabilir ancak ismi ne olursa olsun geçmişteki bu şablonlar şimdi yaşadığımız olaylar üzerinde inanılmaz etkilere sahiptir. Şimdiyi geçmişte yaşadığımız ya da öğrendiğimiz kalıplar üzerinden değerlendiriyoruz; tıpkı bir bilgisayarın kurulum işletim sistemi gibi hepimizin zihninde hayatı algılama üzerine bir sistem yüklü durumda. Eğer bu sistem çevreyle uyumlu bir şekilde çalışıyor ve aksaklıklara neden olmuyorsa zaten herhangi bir sorun olmuyor. Ancak geçmiş öğrenmelerimiz bizim ayağımıza pranga olmaya başlarsa, bunlar üzerinde çalışmak bir psikiyatrist yardımıyla tanıyıp bunları değiştirmeye çalışmak ya da geçmişte yaşadığımız sıkıntıların şimdi üzerindeki etkisini, başa çıkma yöntemlerimizi kavramak anlamak ve bunları değiştirmeye çalışmak gerekir.
Her birimiz değişik zorluklarla çocukluk ve ergenliğimizin geçiririz. Bu yaşlarda önemli olan anne baba kaybı, anne babadan uzak kalma, anne babanın iş veya başka nedenlerle ilgi ve sevgisinden yoksun kalma gibi durumlar bizi oldukça etkilemektedir. Yine anne babanın ayrı olması gibi durumlar bizim dünyayı değişik şemalarla algılamamızı neden olur.
Çocuklukta işe yarayan bu şemalar ileride bağlam değiştiği zaman farklı ortamlarda farklı bağlamlarda işe yaramayıp tam tersine geriye tepmeye başladığında mutsuzluk kaçınılmaz olmaktadır. Ancak her zaman anne baba ayrılığı veya ölümü gibi durumlar değil bazen çocukların yeterince sınırlarını bilememesi, anne babanın tutarsız sınırlar sergilemesi, çocuğun sınırlarını bilememesine neden olmaktadır. Belirsiz sınırlar ve çocuklukta aşırı özgüven o dönemde mutluluğa sebep olmakla beraber, erişkin yaşamda bir karşılık bulamadığı takdirde mutsuzlukla sonuçlanabilir.
Diğerleri tarafından önemsenmek, kabul görmek aslında doğal bir insan özelliğidir. Bu noktada ihtiyaçlarımız aşırı ise ve karşımızdaki tarafından tatmin edilmediğinde, hızlıca hayal kırıklığına uğrayıp çökkünlük yaşayabiliriz. Zihnimizin işleyiş şeklini, neye önem verdiğimizi, değerlerimizin ne olduğunu, hayatta aradığımız şeyin ne olduğu ile ilgili bir iç gözlem sürecine girmemiz gerekmektedir. Bunu da ancak güvendiğimiz bir psikoterapist ile yapmamız mümkündür. Aslında insan umutsuzluğa ve hayattan zevk almamaya yönlendiren ya da son nokta olarak buraya varmasına neden olan sayısız yol vardır. Bizi mutsuz eden düşünme şekilleri ve geçmişte öğrendiğimiz kalıpları fark edip, bunlar üzerinde farklılık yaratmadan değişmek zordur.
Depresif bozuklukların günümüzde tedavisi konusunda çok çeşitli seçenekler bulunmakla beraber kanıta dayalı ve bilimsel olan seçenekleri kullanmak zorundayız. Bunlar bilişsel davranışçı terapi, antidepresan ilaçlar ve kişilerarası psikoterapi gibi yöntemlerdir. Tabii ki ehil ellerde dinamik yönelimli psikoterapiler de özellikli geçmiş yaşantıları nedeni ile kendilik sorunları olan insanlarda faydalı olabilir. Ancak daha zaman sınırlı, süre olarak daha ayarlanmış terapiler olan bilişsel terapi özellikle şema ve mod terapileri süreğen mutsuzluk konusunda insanlara faydalı olabilir. Kişinin kendi zihinsel süreçleri tanıması, geçmiş yaşantıları ile şimdi arasında bir bağlantı kurması ve geçmiş yaşantılarının yarattığı örselenme ile baş etmek için yaptıklarını tanıması, bu davranışları üzerinde kontrol sahibi olarak hayatında değişikliklere neden olması terapilerin en önemli amacıdır.
Son zamanlarda özellikle antidepresan tedavilerin depresyon hastalarına daha kötü etkilediği konusunda bilimsel kanıtı sahip olmayan popülist bir anlatım gündeme gelmeye başlamıştır. Özellikle ağır depresyonlarda antidepresan tedaviler kişinin acı ve ıstırabını dindiren onun hayatta hak ettiği iyilik halini hızla kendisine iade etmeye çalışan bir tedavi şeklidir ve bu söylentiler yersizdir. Çünkü şu anda birçok antidepresan tedavi aslında yüksek maliyete sahip değildir. Antidepresan tedaviler yerinde ve amacına uygun kullanıldığında depresyon hastalarının acılarını dindirmek de onlara önem verdikleri değerler doğrultusunda mutlu ve huzurlu bir hayat sürdürmeleri, strese karşı daha dayanıklı olmaları konusunda önemli katkılar sunmaktadır. Kuşkusuz psikoterapiler bir seçenek olmakla beraber özellikle hayatı tehdit eden durumlar da ya da şiddetli, kişiye ıstırap veren durumlarda antidepresanlardan da faydalanmak gereklidir